(¯`·.(¯`·..DJ Backdoor-38·´¯).·´¯)
  ÇANAKKALE ŞİİRLERİ
 

BİR YOLCUYA
( Bu şiir Gelibolu yamaçlarında yazıldı.).

Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın, Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın, Bir vatan kalbinin attığı yerdir.

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğüm bu tümsek, Anadolu’nda,
İstiklal uğrunda, namus yolunda, Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.

Bu tümsek, koparken büyük zelzele, Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğuldu sele, Mübarek kanını kattığı yerdir.

Düşün ki, hasrolan kan, kemik, etin, Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda, bütün milletin, Hürriyet zevkini tattığı yerdir.

NECMETTİN HALİL ONAN


ŞEHİTLER ABİDESİ İÇİN

Gökkubbenin altında yatar, al kan içinde,
Ey yolcu, şu toprak için can veren erler.
Hakk'ın bu veli kulları taş türbeye girmez,
Gufrana bürünmüş, yalınız Fatiha bekler.


ÇANAKKALE ŞEHİDLERİNE

Su boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?En kesif orduların yükleniyor dördübeşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara' ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayasızca tahassüd ki ufuklar kapalı!Nerde-gösterdiği vahşetle " bu, bir Avrupalı
Dedirir- yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,Varsa gelip açılıp mahpesi, yahut kümesi
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-i beşer,
Kaynıyor kum gibi... mahşer mi, hakikat mahşer.Yedi iklimi cihanın duruyor karşısında
Ostralya' yla beraber bakıyorsun: Kanada!Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...Hani, taunada züldür bu rezil istila!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-u asil,
Ne kadar gözdesi mevcud ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına.
Maske yırtılmasa hala bize afetti o yüz...Medeniyyet denilen kahpe, hakikat,yüzsüz.
Sonra mel' undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: eder her biri bir mülkü harab.Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a' makı;Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin:
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam;
Atılan her lağamın yaktığı yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müthiş tipidir: savrulur enkaz-i beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak;
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.Top tüfekten daha sık, gülle yağanmermiler..
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;Alınır kal' a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, haşa, edecek kahrına ram?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkam.Sarılır, indirilir mevk-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-u beşer;Bu göğüslerse Huda' nin ebedi serhaddi;
"O benim sun'-u bediim, onu çiğnetme! " dedi.
Asım’ın nesli.diyordum ya.nesilmiş gerçek;İşte çiğnetmedi namusunu,çiğnetmeyecek
Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar,Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor;
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düsmüs,asker!Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid' i
Bedr' in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi...
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?"
Gömelim gel seni tarihe!"desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitap..Seni ancak ebediyyetler eder istiab.
"Bu, taşındır" diyerek Kabe' yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namiyle,Kanayan lahdine çeksem bütün ecramiyle;
Ebr-i nisani açık türbene çatsam da tavan,Yedi kandilli Süreyya' yı uzatsam oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağbiri, akşamları,sarsam yarana.Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini;Şark’ın en sevgili sultanı Selahaddin' i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran..Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;Sen ki,ruhunla beraber gezer ecrami adin
Sen ki, a'sara gömülsen taşacaksın...Heyhat!..
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat...
Ey sehid oğlu sehid, isteme benden makber,Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmed Akif Ersoy

MEHMED AKİF ERSOY
ÇANAKKALE

"Söyle Arkadasim" dedi Anadolulu Mehmet yanibasindaki Anzak erine
"nereden kopup gelmissin, neden çökmüs bu mahsunluk üzerine?"
"DUNYANIN ÖBÜR UCUNDAN" dedi gencecik Anzak "Öyle yazmislar mezar tasima.
dogdugum yerler öylesine uzak, örtündügüm topraksa gurbet bana."
"Dert edinme arkadasim"dedi Mehmet "degil mi ki bizlerle birlesti kaderin,
degil mi ki yurdumuzun koynundasin ilelebet, sende artik bizdensin,
sende bencileyin bir Mehmet"
Çanakkale'de topraginin üstü cennet alti mezar
kavga bitmis mezarlarda kaynas olmus yiten canlar.
"ya sen dedi Mehmet oyun çagindaki Ingiliz erine,
"yasin ne senin kardes böylesine erken buralarda isin ne?"
"yasim sonsuza dek onbes" dedi ufak tefek Ingiliz eri.
"köyümde askercilik oynar costururdum trampetimle bizimkileri
derken kendimi cephede buldum oyun muydu, gerçek miydi anlamadan,
bir sahici kursunla vuruldum. Sustu boynumdaki trampet,
son verildi böylece oyundan bozma isime Gelibolu'da bana da bir mezar kazildi
mezar tasima ON BESINDE TRAMPETÇI" yazildi.
Öyküm de künyem de bundan ibaret."
Yagmur yagiyordu usul usul topraga gozyaslari düserek üstüne sanki
damla damla agliyordu uzaktan uzaga sahibini yitiren bir trampet
"ya sizler" dedi Mehmet dünyanin dört kitasindan mezarlar dolusu erlere,
"hangi rüzgar savurdu sizleri bu bilmediginiz yerlere"
kimi Ingilizdi, kimi Iskoç kimi Fransizdi, kimi Senegalli kimi Hintli kimi Nepalli
kimi Avustralya'dan kimi yeni Zelanda'dan Anzak gemiler dolusu asker
her biri niye geldiginden habersiz Gelibolu'nun oya gibi koylarindan sizarak
tirmanmislardi daga bayira siper siper yara gibi yarilan toprak
mezar olmustu savas ardindan onlara.
Kiminin BURADA YATTIGI SANILIR Kiminin ADI BILINSE DE MEZARI BILINMEZ
kiminin de mezar tasinda on alti on yedi on sekiz yasinda
EBEDI ISTIRAHATE ÇEKILDIGI yazili.
Çanakkale topraklarinda, her birinin erken biten yasam öyküsü
eski yazitlar gibi taslara böyle kazili.
Anlamaz miyim" dedi "halinizden kardesler"
adina yazili tasi bile olmayan asker Anadolulu Mehmet
ben de yuzyillarca yaban ellerde neyin ugruna bilmeden can vermisim
kendi yurdum ugruna can vermenin tadina ilk kez Çanakkale'de ermisim.
Ugrunda can verdikce vatandi ancak ekip biçtigim padisah mülkü toprak
degil mi ki sizler alamasaniz bile bu topraklar almis sizi sizleri basmis bagrina
sizlere de vatan sayilir artik Çanakkale.
Çanakkale'de topraginin üstü cennet alti mezar
kavga bitmis mezarlarda kaynas olmus yiten canlar.
Bir garip savasti Çanakkale savasi kizistikça kizginligi dindiren
ara verildikçe atese düsmani kardese döndüren bir savasti.
Kiyasiya bir savasti ama saygi üreten bir savas yaklastikça birbirine
karsilikli siperler gönüller de yakinlasti düstükçe vurusanlar topraga
dostlar gibi kaynasti.
Savas bitti.Ölenler kaldi saglar gitti köylü köyune döndü evli evine
kir çiçekleri geldiler akin akin çekilen askerlerin yerine
yaban gülleri, dag laleleri, papatyalar,kilim kilim yayildilar topraga.
Siper siper topragin savas yaralarini örttüler
koyunlar koruganlari yuva yapti kendine kuslar döndü gökyüzüne kursunlarin yerine.
Çiçegiyle yemisiyle yesiliyle silah yerine saban tutan elleriyle
geri aldi savas alanlarini doga can geldi topraga silindikçe kan izleri.
Yeryüzünde cennet oldu öylece o cehennem savas yeri
simdi Çanakkale Gelibolu bahçe bahce, ülke ülke mezar dolu.
Üstü cennet alti mezar Çanakkale topraginin
kavga bitmis mezarlarda kaynas olmus yiten canlar.
Huzur içinde uyusun vurustuklari toprakta
kavgadan kinden uzakta yanyan dostça yatanlar.

BÜLENT ECEVIT

ÇANAKKALE

Övün ey Çanakkale, cihan durdukça övün!Ömründe göstermedin bin düşmana bir gün. Sen bir büyük milletin savaşa girdiği gün, Başına yüz milletin birden üştüğü yersin!

Sen savaşa girince mızrakla, okla, yayla. Karşına çıktı düşman çelikten bir alayla. Sen topun donanmayla, tüfeğin bataryayla, Neferin ordularla boy ölçtüğü yersin!

Nice tüysüz yiğitler yılmadı cenk devinden, Koştu senin koynundan çıkar çıkmaz evinden. Sen onların açtığı bayrağın alevinden, Kaç bayrağın tutuşup yere düştüğü yersin!

Toprağından fazladır sende yatan adamlar, Irmağın kanla çağlar, yağmurun kanla damlar. O cenkten armağandır sana kızıl akşamlar, Sen silahın inançla son sövüştüğü yersin!

Bir destana benziyor senin bugünkü halin. Okurken duyuyorum sesini ihtilalin. Övün ey Çanakkale, ki sen Mustafa Kemal'in, Yüz milletle yüz yüze ilk görüştüğü yersin!

Faruk Nafiz Çamlıbel


TARİHSİN ÇANAKKALE

Mavi sularına bir baktım, sanki tarih dalgalanıyor, Şöyle etrafına bir bak, her yerde Mehmetçik yatıyor. Gelibolu'da her akşam güneş hüzünle batıyor,

Türk'ün kara bahtına bu yerler ışık tutuyor.Mehmetler, Mustafalar,Yahyalar! Ölümsüzsünüz. Siz Türk milletinin kalbine gömüldünüz. Adınızla tarih yazıldı bütün sayfalara,Bu kitabın her sayfasında sizler övüldünüz

Kalemle yurdumuzu elimizden aldılar, Çanakkale'm, seni mekan tutacaklarını sandılar. İnançsız gafiller kaba kuvvetlerine kandılar, Mehmetçiğin inanç ateşiyle yandılar.

Mehmetçik, senin yerin ebediyyen boş kalmayacak. Senin sayende bu vatan Türk'ün oldu.Türk'ün kalacak. Senin kanınla yoğrulan bu kutsal topraklar,Yemin ediyoruz, göz dikenlere mezar olacak.

Sadettin AYDOĞDU

BİRLİK


CEHENNEM OLSA GELEN, GÖĞSÜMÜZDE SÖNDÜRÜRÜZ,
BU YOL Kİ HAK YOLUDUR, DÖNME BİLMEYİZ YÜRÜRÜZ,

DÜŞER Mİ TEK TAŞI SANDIN HARİMİ NAMUSUN,
MEĞER Kİ HARBE GİDEN SON NEFER ŞEHİT OLSUN.

ŞU KARŞIMIZDAKİ MAHŞER KUDURSA, ÇILDIRSA,
DENİZLER ORDU, BULUTLAR DONANMA YAĞDIRSA,

BU ALTIMIZDAKİ YERDEN BÜTÜN YANARDAĞLAR
TAŞIP DA KAPLASA ÂFAKI BİR KIZIL SARAR.

DEĞİL Mİ CEPHEMİZİN SİNESİNDE İMAN BİR,
SEVİNME BİR, ACI BİR, GAYE AYNI, VİCDAN BİR,

DEĞİL Mİ ORTADA BİR SİNE ÇARPIYOR, YILMAZ,
CİHAN YIKILSA EMİN OL BU CEPHE SARSILMAZ.


M. Akif ERSOY

ÇANAKKALE'DE RUHLAR

Gurbette geçen yolculuğum üç aya vardı
Etrafımı çepeçevre saran sanki duvardı
Olmuştu büyük, süslü şehirler bana zindan
Dünyayı gözüm görmedi yurt hastalığından.

Döndüm; bu yeşil tablo uzaklarda belirdi:
Bir gün vapur aheste Çanakkale’ye girdi.
Tuttum, ona hürmet ederek şapkamı elde:
Durmuştu o kaç devlete; gaziydi bu belde…

Türk bayrağının ufkuma ilk doğduğu gündü:
Maydos’ta ateş külleri halinde göründü.
Ben sarhoş olurken Boğaz’ın manzarasından,
Bir abide yükseldi ağaçlar arasından.

Baktım, bu, şehitlikte dikilmiş bir anıttı;
Daldım… Bu anıt neş’emi bir anda dağıttı:
Vaktiyle bu yerlerde ölen gençleri andım,
Dağlandı içim, ben de bakarken yaralandım.

Akşamdı. Sararken eriyen dağları sisler,
Sandım geliyor eski siperlerden akisler,
Canlandı savaş, kan dolu bir perde çekildi.
Birden o şehit ruhları karşımda dikildi.

Karşımda dirilmiş, dile gelmiş gibi durdu.
Hiç ummadığım bir nefer isyanla kudurdu:
- Ben evde ölenlerle bugün bir mi tutuldum?
- Ben yurt için öldüm, niye erken unutuldum?

Haklıydı. Ararken utanıp kaçmaya bir yer,
Tutmuştu elimden beni bir koç yiğit asker:
- Git annemi gör, sor ki perişan mı oğulsuz,
- Git, koyma hiç olmazsa onun sırtını çulsuz.
- Ver, Tanrı için yoksula bir lokmacık ekmek,
- Aç karnına güçtür bu kadar mihneti çekmek…

Yaşlar akadursun bu şikayetle gözümden,
Bir genç adam yaklaştı: Vurulmuştu yüzünden,
Delmişti temiz alnını kurşun… Yere çöktü,
Kanlar sızıyorken yarasından, derdini döktü:

- Hiç yoktu sebep… Cenge sürenler bizi kimdir?
- Köylerde kalan bir çocuğum var, ki yetimdir…
- Parçaydı canımdan, iki yıllık güneşimdi,
- Git bak… O şehit oğlu sürünmekte mi şimdi?

Kalbim eriyip düştü gözümden iki damla,
Ben hasbıhal ettim daha dertli bir adamla, meyus dedi:
- Jandarmayı buldum düğünümde,
- Gittim o sabah askere en zevkli günümde.
- Bir haftada bahtım beni Kumkale’ye attı,
- Ettikti hücum; dört bir yanı süngü kuşattı,
- Dul kaldı karım böyle… Unutmam onu asla..

Ruhlar çekilip gitti; içim doldu bu yasla,
Yattım, gece rüyada fakat mahşeri gördüm,
Bir harbe sebepsiz atılan Enver’i gördüm;
Baktım ki, azaplar çekerek kıvranıyordu,
Etrafını sarmıştı alevler, yanıyordu…

NECDET RÜŞDÜ

Yeni Mecmua, 5 Mayıs 1939, Sayı:1

ÇANAKKALE

Uzaklarda bir ada var,
Halkına derler İngiliz,
Hem medeni, hem canavar,
Fendinden emin değiliz.

Doğrulukta Rus Kazağı,
Onun yanında sofudur.
Topu tutar dört bucağı
Denizlerin Moskofu'dur.

Budur en gizli emeli:
Müslümanlar uyanmasın!
Uçtan uca İslam ili
Kendine arpalık kalsın..

Allah dedi: "Kabul olsun".
Ümmetimin bedduası,
Dağılsın ordusu Rus'un,
İngilizlerin donanması..

Türk dedi: "Demek yaradan
Kurtarmayı ister bizden;
Karaları Kızıl Rus'tan,
Denizleri İngiliz'den...

Türk köyünden kalktı geldi.
Hazırladı siperine...
Bu geliş ok gibi deldi,
İngiliz'in ciğerini.

Moskof dedi İngiliz'e:
"Çanakkale aşılmalı;
Kızıl, Kara, Akdeniz'e
Hakimiz, anlaşılmalı..."

İngiliz, Fransalı'yı,
Aldı beyaz kotrasına...
Tutmuşum sandı yalıyı,
Geldi Boğaz sefasına...

Beş Mart'ta iki donanma,
Kal'amıza saldırdılar...
Toplarımız coşkun suya,
Zırhlıları daldırdılar...

İngilizler korktu kaçtı,
Rus ümidi kesti artık;
Anarşistler bayrak açtı,
Rus ilinde düştü Çarlık...

Çok geçmeden birdenbire,
Parçalandı Rus ülkesi,
Sevinçle düştü tekbire,
Elli milyon Türk'ün sesi...

Ancak "Turan" hayal değil.
Hakikata döndü bugün...
Türk bilecek yalnız bir dil,
Bizim için bu düğün...

Çanakkale dört devlete,
Galebeye sen çevirdin!
Çar kölesi yüz millete,
İstiklali sen getirdin!

Senden ötürü bilsen daha,
Kurtulacak nice ülke...
Ne Afrika, ne Asya'da,
Kalmayacak müstemleke...

Çünki nasıl karalarda,
Artık yoksa Rus zorbası;
Gezemeyecek deryalarda,
İngiliz'in donanması...


ZİYA GÖKALP

Yeni Mecmua, Nüsha-i Fevkalade, 1331

MEMLEKETİMDEN İNSAN MANZARALARI

Mayısın altıncı gecesi yaralandım,
sekiz yerimden.
Yaranın ikisi hala kapanmadı,
teper vakit vakit.

İngilizle karşı karşıyayız,
gayetle yakın,
bizim el bombası onun siperine gider
gelir onunki bizim sipere...
Hücuma kalktık.
Üç adım atmadan yıkıldım yere…
Kasıklarımın üstünü biçmiş
İngiliz’in makinelisi…
Geçti bir zaman.
Başımı kaldırıp baktım:
Gökte yıldızlar…
Bizimkiler çekilmiş geri,
Boyuna ateş eder İngiliz’in siperi.
Kurşunlar vızır vızır geçer
kafamın üzerinden...
Başladım sürünüp gerilemeye.
Toprağı ellerimle iterim,
alnım gavurdan taraf…
Bir yandan sürünürüm bizim sipere doğru,
“Hey Allahım,” derim bir yandan,
“arkamdan yara aldırma bana.”
O saat
başka şey gelmez insanın aklına…

Boyuna sürtünür bana şehitler,
doğrusu ben onlara dokunurum.
Kimisi sırtüstü yatar
açık ağzı kan içinde,
kimi yüzükoyun,
kimi diz çökmüş,
elinde mavzer
öylece donup kalmış…
“Hey Allahım,” derim kendi kendime,
“öldüreceksen beni böyle öldürseydin
elimde silah
diz çökmüş,
yüzüm gavura karşı...”

Neyse gayrı sabah oldu…
İyice açıldı ortalık.
Biz de siperin yanına vardık.
Bir mavzer uzattılar,
Yapıştım süngüsüne,
Beni çekip aldılar içeri...
Sonradan hesapladım;
üç saatta geçmişim
25 metrelik yeri…

Kaldım siperde bir zaman,
İki büklüm…
Yaralar başladı sızlamaya.
Öğleye doğru beni bir arkadaşın sırtına yüklediler,
Geldik fırka nahiyesine…
Çadırlar…
Kazıklar çakılı içinde çadırların,
samanla doldurulmuş kazıkların arası.
Samanların üzerinde boy boy yaralı yatar.
Ağlayan mı dersin,
küfreden mi dinine, imanına...
Makasla kestiler benim elbiseyi,
Bir kaput attılar üzerime…
Sargı bezi yok,
Yaralar açık,
Ama Allahtan
kan akmaz;
karışıp toprakla kurumuş…

Geçti bir zaman,
Dalmışım.
Koltuklarımdan tutulunca uyanıverdim.
Çadırdan dışarı çıkarıldık.
Vakit akşam
Gün kavuşmuş kavuşacak,
Dışarım serin, içerim sıcak...
Dizilmiş mekkâre arabaları sıra sıra,
Sıhhiyeler atar yaralıları arabalara,
Üst üste,
Boş buğday çuvalı atar gibi…
Bir tek arabada on, onbeş yaralı,
Bağıran mı dersin
belki o dakka ölen mi?

Neyse yola koyulduk,
Arıburnu’nun yolları taşlık,
Arabalar sarsılır.
Bastı karanlık,
Ben sırtüstü yatarım,
Altımda bir insan gövdesi kımıldanır,
Göğsümde bir çift bacak
ama bir tekinin yarısı yok.
Bayır aşağı ineriz.
Gökyüzü tekmil yıldız,
Bir de inceden inceye bir rüzgâr,
Yürür birbiri peşinden arabalar…

Kum iskelesi’ne vardık sabaha karşı.
Bir çadır orda,
Çadırın içinden seslenir biri
(dışarı çıkmadan):
“-Nerelisin?”
“-Filân yerli”
“-Babanın adı?”
“-Falan”
“-Senin adın?”
“-Filân”
Sıra bana geldi,
Dayanılır gibi değil acıya,
Sövdüm ana avrat arabacıya…
Alışmış herif,
“Söv kardeşim” der,
“kalayla bildiğin gibi”…

Kumların üzerine uzatıldık,
Deniz fışır fışır gidip gelir.
Gayrı iyice ışıdı ortalık.
Kumların üzerinde belki bin yaralı var
belki ziyade.
Bekledik ikindi, vaktine kadar.
Bir vapur geldi:
iki bacalı,
deniz renginde…
Küfrede bağıra çağıra
yüklediler bizi vapura…
Vapurun içi mahşer,
Vıcık vıcık kan,
islim,
yağ,
ter…
Beni ambara indirdiler.
Yola koyulmuşuz,
Yedi gün yedi gece…
Kurtlandı yaralarım,
Kaputu açarım,
kara kara başları
beyaz beyaz kurtlar...
Bakarım eğilip,
Hayvancıklar akıllı,
kaçarlar beni görünce,
tekrardan girerler yaraların içine…

Yedi gün yedi gece.
Öldürmeyince öldürmez Allah…
Türkün sağlamdır naturası,
dayanır…
Sirkeci’ye varmışız sekizinci sabah,
Kaptan demiri atmış,
Ve lâkin
“Bu yanda boş yer yok,” diye istememişler bizi…
Akşam ezanı çekmiş demiri kaptan.
Gelmişiz Haydarpaşa önlerine,
Tıbbiye Mektebi hastaneydi o zaman.
Onlar, “Olur,” demişler.
Bir tayfanın sırtında güverteye çıktım.
Biraz topaldı ama tayfa
demir gibi Laz uşağı…
Bismillah deyip baktım dört tarafa:
İstanbul yanar pırıl pırıl.
Ah canım İstanbul…

Neyse hastaneye girdik.
Duvarlar bembeyaz,
Elektrikler donanma gibi,
Malta taşları tertemiz
gıcır gıcır,
Tekerlekli araba hazır.
Beni üstüne yatırdılar,
Rahat.
Allah devlete millete zeval vermesin.
Devlete dua ettim o saat...”


NAZIM HİKMET

AKIN

Yeni doğmuş bir hilal Kanlısır'a doğru kaydı,
Bayırlara süngüler, bir şimşekten orman yaydı.
Dalgalanan bu korkunç ışıklarla göğü sarsar,
Boruların çığlığı, kişnemeler, hırıltılar...

Hücum vardı, zabitler yalın kılıç atımıştı.
Şarapneller, boşlukta birbirine çarpıyorken,
Kırık, dökük topların harabesi üzerinden,
Aşan erler, karşıki sipere sarılmıştı.

Akıncılar, düşmanı yine sağdan soldan vurdu;
Kaçışırken bir tabur Türk önünde bir kolordu,
Şükunetle ihtiyat saflarında sıra bekler.
Şehnameler halkı, çetin yüzlü, er zeybekler...

Yanıyorduk bu çılgın ateş ve kan mahşerinden,
Fakat düşman, bozgunun dehşetiyle üşüyordu,
Zelzeleli gülleler, bulutları parçalarken,
Yara alan şihab olup düşüyordu.

Ay ışığı altında dağlar altın taç giyindi;
Yamaçlardan bir çelik kasırgası baş gösterdi;
Bu, pek zorlu hücumu, hayretlerle gören derdi:
"Serden geçti, dalkılıç"lar tarihlerden indi.

Düşmanların günahkar işlerinde, ızdırabın,
Cisimlenmiş manası, en karanlık şekli vardı;
Bizimkiler üstüne görünmeyen bir mihrabın
Kandilinden "cennet"i müjdeleyen nûr yağardı.

Bir tarafta bu fani yaşayışı küçük gören,
Şehadetle hudutsuz bir hayata hak kazanan
Sağ olurlar, yatarken, bir tarafta sedyelerden
Gülümseyen bahadırlar, dönüyordu şan yolundan

Uzak dağlar aşarak maceralı şarkın engin
Semasını kapladı kızıl duman halkaları;
Uğultular içinde coşan hırçın Akdeniz'in
Bir cihangir göğü gibi kabarmıştı dalgaları

Gün doğuyor gökleri yine sardı kan buğusu;
Kızarıyor sarışın yıldızların mavi yurdu;
Her neferi bir serdar olan yaman Türk ordusu.
Bulutlara muzaffer kılıcını siliyordu.



HAKKI SÜHA

Yeni Mecmua, Nüsha-i Fevkalade, 1331

ÇANAKKALE

Basma, sahilleri hep insan eti
İkiyüzbin ölünün iskeleti
Basma, ta Ankara'dan tut da Van'ın
Yıkılan na-mütenahi yuvanın
Canlı enkâzı olan evladı
Bu sevahilde geçen yıl kanadı
Kan dolar, basma ayak izlerine;
Çürüyen göğsünü toprak yerine
Koyarak, ezme ölen kardeşinin,
Bir avuç yer ne kadar çok kişinin
Koludur, sinesidir, gövdesidir
Mahv ve isbat ile müsveddesidir.
Bu cesetler yazılan tarihin;
İçi, deşsek, o sütûr-i siyehin
Ufacık, körpe kemiklerdir hep,
Kalmamış, medrese, mesken, mekteb
Hepsi evladını dökmüş buraya;
İkiyüzbin ölünün bir yaraya
Benzemiş milletimin göğsünde!
Bunu, kabil mi ki göz görsün de,
Yine artık medeniyek denilen;
Kana lezzetle bakan; kabre gülen;
Evlerin çırpınan enkazından
Zulme udvane saraylar dağıtan;
Yapacak tiğ arayan, tâc arayan;
Başka ma'budu yıkan, fazla satan;
Nuru boğsam diye eb'adı aşan;
Ateşin gayzını teşyi'a koşan;
Gezse fosfor gibi medfende gezen;
Dursa medfeni gibi lakin rehzen;
"Öl" deyip her ölenin annesine
Demirin satvet-ı mel'unesine
Dayanıp ufka tahakkümle bakan;
Eli kan, sinesi kan, cephesi kan
Heymil-i vahşete "lanet"... Demesin
"Bu mu ya Rab, medeniyet?" Demesin.
Bu mudur az diye durmada hukuk
İsteyen Hakk-i behâyimde hukuk.
Eli, ati için, alamı silib,
Başı bir gûş-i tahassük kesilib
Dinleyen sine-i a'sarı bu mu?
Bu mu evvel yıkarak mevhûmu
Sonra iclas ederek sâbiteyi
Sonra inkar eden ondan öteyi?
Düşüün cephesi üstündeki için
İşte topraktaki bir çizgi için
O büyük nur, o mutantan unsur
Denilen meş'ale, gerçek, bu mudur?
Bu mu aydınlatacaktır yarını;
Silerek nur ile gözyaşlarını?
Bu büyük kizbi ederken tashih
Şu küçük yerde yatan bu tarih
Demir a'sabını ki ey taş heykel
Titretir belki derim artık gel
Gel o tarihi bu topraklara sor;
İkiyüzbin bu kadar cild ediyor


MİDHAT CEMAL

Yeni Mecmua Nüsha-i Fevkalade, 16 Şubat 333

ÇANAKKALE HÜCUMU

Sandım, cihan yıkıldı, cehennemdi gürleyen..
Sandım, ölümdü kûs-ı belasını çalıp gelen..

Toplar açardı ağzını dehhaş, kıpkızıl,
Bir yanda süngüler vuruşurlardı muttasıl

Bir anda zırhlılardan uçarken ateş, demir
Sandım tutuştu gökyüzü pulat imiş erir!

Mermilerin çıkardığı ıslık sedaları
Haşyetle titretirdi muhitimde dağları.

Bir anda süngüler çekilir, fışkırırdı kan...
Seylab-ı mevtdi, cengi kızıştırmaya akan.

Sandım kasırga koptu... Denizerden yükselen
Şiddetle çarparak kayalar çatlatan delen.

Bir yanda patladıkça tüfeklerde çat! çat!
Hükm eyleyen eceldi, fenâdı... Değil hayat.

Volkan mıdır? Lağımlar edildikçe ber-hava
Gümbürtüsüyle sarsılarak kubbe-i sema.

Yağdırdı sanki her tarafa ateşin remâd!
Sarsar değil o anda esen... Ağlıyordu bâd!

Yüzlerce bomba yüklenerek durmayıp uçan
Tayyareler bu müdhiş ecel kuşlarıyla can.

Ecsâdı terk eder gibi titrerdi her zaman,
Vermezdi çünki rastladığı kimseye amân.

Keskin ve sivri attığı oklar vurur, deler...
Düşmanların cinayeti bitmez... Neler! Neler!..

Bir böyle cengi yazmadı tarih-i kâ'inat!
Her yandan, alttan, arkadan, üstten gelir memât!

İnsan ne yapsın? Öyle belalar ki cümleten
Birden hücuma başladı... Baykuşların, öten

Meş'um sesiyle doldu, sanırsın, Çanakkale!
Gümbürtüler... Çatırtılar... Afakî zelzele

Sarsardı asumâna çıkarken ateş, duman
Can vermeler... İnildemeler... Hep ölüm ve kan!

Kimlerdi her cehenneme yalnız göğüs veren?
Düşmanların suratlarına yumruk indiren?

Allah sayhasıyla şecaatle haykıran
Dipçik vuran ve süngüleyen, öldüren, kıran?

Türklerdi: Fatih'in Yavuz'un yavrucukları...
Türklerdi: Osman'ın yiğit aslan çocukları...

Ey Türk! Seninle fahr ediyor şimdi milletin
Dünyayı kapıyor o senin nal ü şöhretin...!



Doktor MEHMET FAHRİ

Yeni Mecmua Nüsha-i Fevkalade

ÇANAKKALE DESTANI

(24-25 Mayıs 1331 gecesi Arıburnu'nda merkez cephesinde şehit düşen er Mustafa tarafından tertib edilmiş olunup merhumun üzerinde bulunan destandır.)

Üçyüzotuz. Sözüm hakkın kelâmı
Padişahın geldi büyük selâmı
Enver Bey'in düşman kırmak merâmı
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Euza Besmele çektim çıkarken
Köye baktım şöyle yüksek bir yerden
Karargaha koştum üç gün de erken
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Kumandan emrini verdi bir gece
Anadolu'lardan layıktır nice
Yiğitler şehadet şerbetin içe
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Rumeli toprağı yoğrulmuş kanla
Ün alınır ancak verilen canla
Herkesin yüreği çarpıyor şanla
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Kurşunlar atıldı düşmana karşı
Şehidler buldular göklerde arşı
Gaziler döktüler hep sevinç yaşı
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Düşmanın gür sesli büyük topları
Delik deşik etti toprağı, yarı
Korkak Frenklerin yokmuş hiç ârı
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
İngilizler Frenge dostmuş diyorlar
Bir kötü kötüye elbette uyar
Onlara bu meydan gelecek pek dar
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Çanakkale'yi siz sandınız boştur
Davulun sesi de uzaktan hoştur
Saptığınız bu yol bir dik yokuştur
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Arıburnu hani topların nerde
Gazilik arzusu var hangi serde
Şehitlik göktedir gazilik yerde
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Ben yorgun değilim içim bir tufan
Müslümanlardan var mı savaştan kaçan
Türktür dünyaya al bayrak açan
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Arıburnu haydi toplar gürlesin
Ey düşman kaçma tavşan mı nesin
Bir hücumda hemen kesildi sesin
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Zırhlılar gitti deniz dibine
İlk hücumdan sonra ya bu kaçış ne
Kaç durma girerse fırsat eline
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Çanakkale'yi hiç verir mi Türkler
İstanbulumuzu alacak bir er
Var mıdır dünyada nerde o asker
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak
Boyabadlı Ömer oğlu Mustafa
Yazdı bu destanı girerken safa
Muradı gitmektir arşı tavâfa
Bugün bizden vatan razı olacak
Nefer şehid ordu gâzi olacak

Boyabadlı Ömer Oğlu MUSTAFA

Yeni Mecmua Nüsha-i Fevkalade

GEÇİLMEZ ÇANAKKALE
Gelibolu dediğim Anadolu kapısı
Seddülbahir mutlaka İstanbul’un tapusu
Tepelerle Marmara benziyor bir pergele
“Ya Allah, Ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, düğün diye cepheye gelen benim,
………Kartal kanatlarımla göğe yükselen benim…

Öksüzler çeşmesinden alıp ta abdestini
Şu mübârek toprakta namazın kılan benim.
Kopsa da kıyametler, olsa da bin zelzele…
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, süngü süngü düşmana dalan benim,
……….Şu mübârek siperde namazın kılan benim…

“Aynalı bir çarşı var Çanakkale içinde”
Eşi, benzeri yoktur, Hint’te, Yemen’de, Çin’de…
Ben mi çağırdım seni, ben mi, söyle hergele? !
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, düşmanıma korkular salan benim.
……….Çarpışıp göğüs göğse kılıcın çalan benim….

Gücüm var Seyitlerde hazreti Hamzaların,
Söylerim türküsünü cümle yıldırımların.
Şehitlik şeref bana, kanımla açsın lâle
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, dua dua mahşeri bulan benim.
……….. Cennetin kapısında okunan destan benim…

Şimşeğim, fırtınayım, geçerim kasırgayı
Bağdaş kurdum güneşe, taç yaptım başa ay’ı;
Tarih denen hadise yalan yanlış meş’ale
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, takvimleri kalbinden delen benim.
………...Yağız atın topuğun yollara çelen benim…

Son nefesime kadar, orucum ben orucum
Mermi kaç okkadır ki, yeter kınalı avcum? !
İkiyüz altmış okka, bu basit bir mesele,
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, gemileri ortadan bölen benim.
…………Suları tutuşturup bir anda silen benim…

Tetiği çeken eller, Kılıçarslan elidir,
Tebessümle açılan şehit çiçekleridir;
Mor sümbüllü dağlarım yâdele olur kale
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, kan kırmızı şafakta gülen benim.
…………Kızılırmak misali yanan, bükülen benim…

Arıburnu kahraman, Conkbayırı Atatürk
Nusret’te her bir mayın vallahi Müslüman-Türk!
Kefenimin rengidir kükreyen her şelâle
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale! ,
Diyerek, yurt uğruna cephede ölen benim.
…………Bin melek kanadıyla göğe çekilen benim…

Peygamber’in övdüğü milleti, Batı bilmez,
Türk’ün olduğu yerde asla Ezan eksilmez
Kan dökülür toprağa, can verilir hilâle
“Ya Allah, ya Bismillâh! Geçilmez Çanakkale!
Diyerek, yüreklere arştan dökülen benim…
…………Işık ışık ufuktan gene sökülen benim…

Mustafa CEYLAN

Çanakkale Sen İste.........!



Üçyüz altmış beş günde, bir gün mü Çanakkale;
Her zaman yanan korsun, söndün mü Çanakkale;
Öyle sessiz kaldın ki, öldün mü Çanakkale;

Bu ayıp bize yeter, dalgalansın bayrağım;
Çanakkale sen iste, oluk oluk akayım! ..

Nakış nakış işlenmiş Mehmetçikler toprağa;
Kime lale, kimi gül, kimi kardelen olmuş...
Gömmek istemiş Âkif, sığmamışsın toprağa;

Bu ayıp bize yeter, dalgalansın bayrağım;
Çanakkale sen iste, oluk oluk akayım! ..

Hani vefa, hani aşk, nerde Mehmed’e saygı;
Kimden kaldı ki bilmem, yüreklerdeki kaygı....
Mehmetçiğin yüreği, görsen, Cihan kadardı;

Bu ayıp bize yeter, dalgalansın bayrağım;
Çanakkale sen iste, oluk oluk akayım! ..

Çok şükür ki sayende, aç değiliz, tokuz biz;
Doksan yıl sonra ruhum kapılmış esarete;
Sen bizim için vardın, senin için yokuz biz;

Bu ayıp bize yeter, dalgalansın bayrağım;
Çanakkale sen iste, oluk oluk akayım! ..

Hani büyük bir aşkla sarılıp da ceddine,
Tarihe yaprak yaprak adını kazacaktık! ?
Bizi affet YARABBİ, konuşmak ne haddime;

Bu ayıp bize yeter, dalgalansın bayrağım;
Çanakkale sen iste, oluk oluk akayım! ..

Gâzi Mustafa Kemâl, “Arslanlar” dediğinde;
Bizler rahat uyurken, sen orda üşüyorsun....
Kaldır da bak, gözlerin kahrolur gördüğünde;

Bu ayıp bize yeter, dalgalansın bayrağım;
Çanakkale sen iste, oluk oluk akayım! ..

Ali Altınlı

Çanakkale'den Lapsekili Ahmet'e Harput'tan Mehmet'e Mehmetlere



Önce bir mermi patladı sağ tarafımdan,
Fark ettim, bir anda girip çıktı sol şakağımdan...
Sardı gözlerimi bir an kıpkızıl bir karanlık,
Yükseldi çavuşumdan, vurulduk diyen o son çığlık,
Sanırım, çavuşumla aynı mermiyle vurulmuştuk,
Zaten köyden çıkarken de, el ele tutuşmuştuk...
Yine el ele geçtik ışıklı yoldan, son menzilimize,
Birlikte kucaklaştık, özlenen o eşsiz efendimizle...
Ne de çabuk başlayıp bitmişti, o uzun seferimiz,
Geçti Sırattan yıldırım hızında, binlerce neferimiz...
Sustu bir anda top sesleri, söndü denizi yakan ateşler,
Bir anda sunuldu Rabbine, iki yüz elli üç bin nefer,
Her nefer için ayrı yapıldı, tarifi imkansız törenler,
Taşıdı sancağı önde, alemlere rehber olan peygamber...
Aradı gözlerim; babamı, anamı, bizlerle övünsünler diye,
Beklerim, her an, bu Cennet kapısında görünsünler diye...
Hâlâ ayaklarımın bir adım ötesinden Çanakkale görünüyor,
Tabyadan bir adım sonrasında, vaat edilen Cennet görünüyor...
Nasıl kesildi birden, o binlerce çığlık ve avaze sesler,
Tutuldu sanki, bu ulvi haz rüyasında, bütün nefesler...
Boğaz’da, ateş kusan gemiler, nasıl buharlaştı birden,
Nasıl çekildi aniden, binlerce Mehmet siperlerinden...
Hani az önce, denizler kabarıp üstümüze dökülüyordu,
Çocukken seyrettiğim yıldızlar, yerinden sökülüyordu...
Bu gün 18 Mart 2005, dediler doksan yıl geçmiş aradan,
Hayret, hâlâ bir kan sızmada bizi şehit eden yaralardan...
Gördüm, bir mermer taşı oyup adımı üstüne yazmışlar,
İşte bu Lapsekili, Hasan oğlu Ahmet diye tanıtmışlar...
Biz hiç ölmedik ki, neden insanlar burada ağlıyorlar...
Biz herkesi görüyoruz, onlar galiba bizi görmüyorlar,
Bütün Anadolu çocuklarıyla beraber buradayız biz,
Gerçekten göremiyor mu, o nur damlayan gözleriniz...
Bakın, bu Harputlu Mehmet, eşine mektup yazıyor,
Bu Lapsekili Ahmet, bıkıp usanmadan siper kazıyor...
Diyorlar ki, Mehmet’in mektubu eşine hâlâ ulaşmamış
Bakın, Koca Lapsekili de, nöbetini hâlâ bırakmamış...
İşte bu Kınalı Mehmet, gelirken anası kına yakmış başına,
Demiş ki koçumsun sen, vatanımın 18 Mart bayramına...
Anlamıyorum, peki siz neden ağlıyorsunuz hâlâ...

Zekeriyya Bican

OLSAYDIM

O atlardan tekinin binicisi olsaydım
Düşmana çalardım, basardım kılıcı
O atlardan tekinin sürücüsü olsaydım
Düşmana kan kusturur, bildirirdim acıyı
Atlılar, giden atlılara katıldılar
Atlılara katıldılar giden atlılar
Nal seslerinde dünya titrer gibi
Çanakkale ufkuna aktılar, aktılar.

O atlardan tekinin binicisi olsaydım
Düşmana kan kusturur, bildirirdim acıyı
O atlardan tekinin sürücüsü olsaydım
Yok sayardım sancılı dünyayı
Akından akına ben de koşardım
Düşman tek tek düştükçe
Yerimde duramaz oynayıp coşardım
O atlardan tekinin binicisi olsaydım!

Atlılar, giden atlılara katıldılar
Atlılara katıldılar giden atlılar
Gördükçe kıskandım, tutamadım
Atlılara katıldılar giden atlılar
Atlılar, giden atlılara katıldılar
Nal seslerinde dünya titrer gibi
Çanakkale ufkuna aktılar, aktılar.

HAKAN ÇOLAK
Bunlar dışında sizinde bildiğiniz şiirler varsa paylaşım yaparsanız çok memnun olurum...

 
  Bugün 14 ziyaretçi (25 klik) kişi burdaydı!
Sitenize Bedava Hazır içerik Ekleyin
 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol